13 Haziran 2023 Salı

TÜRKİYE SEÇİM SÜRECİ İSTİHBARAT ÖRGÜTLERİ MÜDAHALESİ VE ALGI TEORİLERİ

Algı teorileri yalnızca bireyleri etkilemek ve kişisel kaygıları yükseltmek için kullanılmaz. Çoğu zaman Türkiye’de aşamalı sosyal mühendisliğin ciddi bir aracıdır. 2023 Türkiye seçim sürecinde pek çok algı teorisi dolaşıma sokulmuştur. 


Cumhurbaşkanı Kaybedeceği Seçime Girmez: Bu teoriye göre mevcut Cumhurbaşkanı düşen bir trende sahipti. Buna göre bir seçim yaptırması uygun olmazdı ve seçimler askıya alınacaktı. 


Cumhurbaşkanı Başka Bir Adayı Öne Sürecek: Bu teori bir önceki teoriden beslenmekteydi. Buna göre popüler bir bakan seçilecek aday olarak gösterilecek ve kazanması durumunda yine eski Cumhurbaşkanı yönetimi perde arkasından idare edecekti. 


Cumhurbaşkanı Oğlu Ya Da Damadını Aday Gösterecek: Türkiye’nin demokratik durumunu oldukça kırılgan gösterebilmek için Türkiye, Azerbaycan ya da Orta Asya ülkeleriyle kıyaslanmaktaydı. Bu ülkelerde devlet başkanları uzun süre görevde bulunur ve aile bireylerini üst yönetimle taltif ederdi. Türkiye’nin aynı doğrultuda sunulması “dikta” endeksini öne çıkarmaya yönelikti. 


Cumhurbaşkanı Seçimleri Askıya Alacak-Sert Biçimde- : Bu teori Cumhurbaşkanı’nın başarısız olması ve bu doğrultuda görevi devretmemesini öngörmekteydi. Bunun için de Brezilya’nın popülist lideri Bolsanaro gibi seçim gecesi askerlere çağrıda bulunarak yönetimi devretmemeyi deneyecekti. 


Cumhurbaşkanı Seçimleri Askıya Alacak-Yumuşak Biçimde-: Bu teori Cumhurbaşkanı’nın başarısız olması ancak bu defa yumuşak yöntemlerle iktidarını sürdürmesini içermekteydi. Buna göre Cumhurbaşkanı parti taraftarlarına ve kitlesine çağrıda bulunarak meydan hareketleriyle seçimlerin askıya alınmasını gerçekleştirecekti. 


Gelinen gün itibariyle Türkiye’de demokratik seçimler gerçekleştirildi ve nihayete erdi. Algı teorileri ise asılsız olarak kalarak incelenmesi gereken vakalara dönüştü. Bu algı teorileri ile kısmi algı formatı gerçekleştirilmişti:


  • Seçmenin siyasi tercih iradesi sürüncemede bırakılmıştır
  • Seçmenin demokratik algısı gölgelenmek istenmiştir
  • Hayali senaryolar “hareketliliğe” kapı aralayacak aparat olarak sunulmuştur
  • Türkiye, lobi ve derecelendirme kuruluşları nezdinde sıkıştırılmak istenmiştir
  • Sosyal medya istihbaratının denemeleri yüksek seviyede gerçekleştirilmiştir. 

Türkiye seçimlerine istihbarat örgütlerinin müdahil oldukları bu teoriler ve sonuçları bakımından sabittir. Algı teorilerinin başarısızlıklarında “kesinlik” söz konusu değildir. Bu sebeple her algı teorisi kısmi başarılarıda göstermiştir. Algı teorileriyle mücadelede yasakçı sert yöntemler yerine algı deşifreleri ve karşı algı teorilerinin kurgulanmaları önemli görülmektedir. 

24 Ağustos 2022 Çarşamba

TÜRKİYE’DE İSTİHBARAT ŞİRKETLERİ KURULMASININ GEREKLİLİĞİ - II (ÖRNEK BİR ŞİRKET PROFİLİ OLUŞTURMAK)

Türkiye’de istihbarat birimi uzun yıllar boyunca her kurum ve kamuoyundan uzak kendi içerisine fevkalade dönük ve güncellemeleri yakalayamayan bir profil sergilemiştir. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın 2007’den itibaren bilgilendirme konferansı, kitapçığı, sanal müzesi ve tanıtım filmi hazırlaması global gelişmelere uygun gizliliğini koruyan ancak bilgilendirmeyi esas alan yeni bir kurumsal kültürü oluşturmuştur. Dönüşümün yaşandığı bir alanın mevcudiyeti gelişmiş güvenlik komplekslerine sahip ülkelerin yeni yapılarının Türkiye içerisinde ve Türkiye’ye özgü kurgulanarak uygulanacak gelişmelerin yapılandırılmasını kolaylaştıracaktır. Bu yapılardan en önemlisi ise istihbarat şirketlerinin kurulmasıdır. Türkiye’de son yıllarda üniversite ve düşünce merkezlerinde düzenlenen istihbarat eğitimlerinin varlığı artık istihbarat çalışmalarıyla ilgili sivil ve özel sahanın zihni hazırlığını sağlamıştır ve Türkiye’de özel istihbarat şirketlerinin kurulmasının vakti gelmiştir. Bir şirket kurmak için Milli İstihbarat Teşkilatından izin almaya gerek yoktur çünkü şirketlerin muhatabı Ticaret Bakanlığıdır. 

Bir şirketin ticaret unvanı, işletme adı ve türü bulunmak zorundadır. Unvan daha önceden bir sicil müdürlüğüne kayıt ettirilmemiş olmalıdır. Eğer bir kayıt bulunuyorsa ek yaparak yeni bir isim belirlenebilir. Genel ahlak ve ulusal bütünlüğe aykırı kelimeler kullanılamayacağı gibi Türk, Türkiye, Cumhuriyet, Millet gibi ifadelerinde kullanılması ancak yasal izne tabi olmakla birlikte bunlar dışında kısıtlayıcı bir hüküm bulunmamaktadır. Aşağıda yer verilen görselde “İstihbarat Müdürlüğü” ticaret unvanına sahip bir işletmenin ticari sicil müdürlüğüne kayıt ettirildiği görülebilir. 


Biz bu çalışmamız için örnek bir unvan ve isim belirleyebiliriz. 

ÖRNEK: Dinamik Stratejik İstihbarat Limited Şirketi (Ltd, Anonim, Kollektif… Şirket türünü ifade eder) 

Bireysel ve Kurumsal Dinamik Stratejik İstihbarat -> İşletme Adı

Bu noktadan sonra şirketin faaliyet alanı belirlenmelidir. Bu alanlara örnek olarak şunlar belirtilebilir: Tesis, bina, şahıs, şirket, kara, hava, deniz araçları hakkında stratejik tahminleri oluşturmak, mikro ve makro jeostratejik risk raporları oluşturmak, bu konularla ilgili bilgisayar, yazılım, kamera, mikrofon sistemlerinin alım-satım-pazarlama ve ihracatını yapmak…

Şirket resmi olarak kurulduktan sonra yurt içerisindeki müşterilerine hizmet verecektir. Bu hizmetler ise şu şekilde olabilir: 

- Şahıs, kurum, belge takibi ve analizi

- Kurum mali ve siyasi risk raporlarının oluşturulması

- Kurum güvenlik ve istihbarat eğitim programları danılmanlığı

- Psikolojik ve algı operasyonlarının icrası 

- Psikolojik analiz için mülakat tekniklerinin geliştirilmesi

- Güvenlik destekleyici bilgisayar ve kamera sistemlerinin kurulumu ve yapay zeka destekli çözümü


Bu haliyle örnek bir istihbarat teşkilatı hiçbir kamu kurumunun rakibi olmadığı gibi serbest piyasa içerisindeki istihbarat analizlerini teşvik edecektir. Aslında bir istihbarat şirketinin kuruluşunu ve faaliyetini yüksek seslerle eleştirmemek gerekir. Çünkü zaten özel şirketlerin insan kaynakları departmanları ve bankacılık sistemide kendilerine özgü istihbarat metodlar oluşturup kullanmaktadırlar. Finansal istihbaratın önem kazandığı günümüzde bankacılık ve finans şirketleri bu alanın “özel” boyutunu oluşturmaktadırlar. 

Türkiye’nin tam anlamıyla bir istihbarat şirketine ihtiyacı bulunmaktadır. Şirketlerin işlevselliği yükseldikçe müşterileri ve işbirliği gerçekleştirdiği partnerler arasında kamusal mercilerde bulunabilir. Bu durum kamu ve özel sektör işbirliğine uygun olan karma modeli yansıtmaktadır. Zaten şirketler yapısı gereği kolluk kuvvetlerinin çalışma prensibiyle aynı olamayacağı için bu durum istihbaratın yada kolluğun rakiplerinin oluşturulması olarak düşünülemez. 


Onur DİKMECİ 


23 Ağustos 2022 Salı

TÜRKİYE’DE İSTİHBARAT ŞİRKETLERİ KURULMASININ GEREKLİLİĞİ - I

Güvenlik kavramı merkezi siyasi yapılar tarafından üretilen ve devletlerin tekelinde tutulmasında hayati fonksiyon olarak addettikleri stratejileri içermektedir. Devlet-ulusal güvenlik ilişkisi aralarında ayrılmaz ilişki bulunmasına karşın bağları esnemekte ve araya yeni aktörler ve kavramlar girmektedir. Bu durum ulusal güvenliğin mükemmelliyetini sarsmamakla birlikte aksine kavramı güncelleyerek yeni yapısıyla bir model oluşturmaktadır. Devletlerin varlıklarını korumalarına karşın savunma sanayi sektörünün gelişmesi, özel girişim kavramının ulusal güvenlik içerisine girmesine yol açtı ve bu durumun somut sonucu olarak özel askeri şirketler kuruldu. Devletler iç ve dış hesap verilebilirliği aşması ve orduların kamuoyu baskısından kaçınmak için kayıp sayısını azaltmaya yönelik girişimler gibi ihtiyaçlar savunma alanındaki silahlı şirketleri vaz geçilmez kıldı. 

Günümüzde gelinen noktada ise gelişmiş güvenlik kapasitesine sahip ülkeler istihbarat şirketlerinin kurulmasına izin vererek özel sermayenin istihbarat gibi oldukça kapalı bir alanda yer almalarını sağladı. İstihbarat şirketleri, istihbarat üretim tekelini sarsmamakla birlikte devletlerin güvenlik mekanizmalarına oldukça olumlu katkılarda bulunmuştur: 

- İstihbari sektörde rekabet oluşmuştur

- Bu rekabet devlet ya da merkezi yapılara yönelik olmamakla birlikte istihbarat temin, analiz, kapsam, kavramıyla ilgili konuları içermektedir

-Şirketler bünyesinde ağırlıklı olarak eski istihbaratçılar ve analistler istihdam edildiğinden istihbarat bilimine haiz personel ya da akademisyenlerin tecrübe ve iktisadi döngüleri aktif tutulmaktadır

- Şirketlerin, resmi istihbarat kurumlarının yapıları gereği gerçekleştiremeyecekleri girişimlerde yer almaları muhtemeldir

- Şirketler, muhatap oldukları devleti dış istihbari faaliyetler sebebiyle uluslararası hukuki yaptırımlardan uzak tutmaktadır

- Şirketlerin, diğer şirketlerle, silah endüstrisi, üniversiteler ve Think Tanklarla iletişime geçebilmesi daha kolay ve şeffaf olmaktadır

- İstihbarat şirketleri yeni teknolojilere daha kolay adapte olurlar. Kurum yönetmeliği, memuriyet kanunu gibi kısıtlayıcı yasalara tabi değildirler

- İstihbarat şirketleri, düşünce merkezlerinden faydalanabilir ya da merkezler için bilgi üretebilir. Bu durum bu merkezleri beslemektedir

- Şirketler, düşünce merkezleri, devlet, devlete ait kurumlar ve şahıslara hizmet vermektedirler

- Şirketler ülke içerisinde; adam kaçırma, baskın, sabotaj, silahlı eylem, sorgulama gibi faaliyetlerde bulunamazlar

Bu gibi görev sahaları bakımından incelendiğinde özel istihbarat şirketleri, mensubu oldukları ülkenin lehine faaliyet gösteren ve istihbarat kavramına yeni anlayış getiren en önemli unsuru oluşturmaktadır. Şirketlerin kendilerini yenilemeleri daha kolay olduğu için resmi istihbarat teşekküllerine mensup personellerin akademik ve entelektüel gelişimlerinin desteklenmeside böylece daha kolay olmaktadır. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle beraber güvenlik anlayışını güncelleyen Türkiye, güçlü ulusal güvenlik yapılarına sahip ülkelerde olduğu gibi istihbarat şirketlerini var etmek durumundadır. Bu durum Milli İstihbarat Teşkilatı’nın önem ve kapsamını daraltmaz çünkü resmi teşkilat ile kurulacak şirketler birbirlerinin rakibi durumunda olmayacaktır. 

27 Nisan 2019 Cumartesi

ONUR DİKMECİ KİMDİR?

Onur Dikmeci, İstanbul-Fatih’te dünyaya gelmiştir.  Mimarlık Fakültesi, İşletme Fakültesi, İktisat Fakültesi ve Siyasal Bilgiler Fakültelerinde okumuştur.
İşletme, Uluslararası İlişkiler, Ulusal Güvenlik, İstihbarat, NATO, Terörizm gibi alanlarda; Lisans-Yüksek Lisans-Sertifika Eğitimi gibi programlara devam etmiştir.

Bazı uluslararası kongrelerde güvenlik stratejileri ve TSK’nin dönüşümü ile ilgili bildirileri kabul edilmiştir.
Milli Güvenlik alanında 6 adet kitap yazmıştır. 
Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının kuruluşunda ya da yönetim kurullarında görev yapmıştır.
Özel İstihbarat Platformlarında, İstihbarat Sertifika Eğitim Koordinatörlüğü ve Stratejik Yönetim Danışmanlığı görevini yürütmüştür. 


Farklı sektörlerde faaliyet gösteren bireylerin ve kurumsal şirketlerin (İnşaat-Tekstil-Basın Yayın) Stratejik Yönetim Danışmanlığını yürütmüştür.

Daha önce yayımlanmış kitapları;

-Beyaz Kitap
-Devlet Aklı
-Milli Güvenlik Siyaset Notları

Yayıma Hazırlanan Kitapları; 

-Güvenlik ve Dış Politika Analizleri
-Yeni Ezoterik Düzen . 

25 Kasım 2018 Pazar

YENİ MİLLİYETÇİLİK: SİVİL, DEMOKRATİK ÖZGÜRLÜKÇÜ BİR TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ TEORİSİ


1789 Fransız İhtilâli belirli sınırlar dahilindeki bir ülkede mevcut siyasi sosyal yapının değişimini ifadeden çok daha öte anlamlar barındırmaktadır. O dönemdeki sınıflı toplum yapısında burjuvazi olarak adlandırılan ''orta sınıf'' kademenin, krallığa yaptığı ekonomik katkıyla doğru orantılı olmayacak şekilde elde edemediği siyasi hak ve teşebbüs, dönemin klüpleri ve locaları aracılığıyla da tepeden inmeci bir şekilde talep edildi. Bu talebin toplumun genel bir refahını sağladığını söyleyebilmek mümkün değildir. Fakat artık bir burjuvazi ideolojisi olarak doğan milliyetçilik hemen her ülkeye zaman içerisinde yayılacaktır. Tarım toplumunun kısıtlı ilişkilerine karşın, ticaretin gelişmesiyle beraber ilişkilerin artması da çarşıda pazarda kullanılacak ortak bir dil zorunluluğuna ihtiyaç olduğunu doğuruyordu. Bugün adından çok söz ettiğimiz ideoloji milliyetçilik işte bu tarihi kompozisyonda ''ortak'' değerlere vurgu yapan, ekonomik bir sınıfın isteklerini karşılayabilme gayretiydi ve kendi döneminde her daim liberalizm ile eş adlandırıldı.

Osmanlı Devleti'nin sınıfsız yapısı aslında yalnızca Fransız İhtilâli değil, 1830-1848 İhtilâllerine de kayıtsız kalmasını ortaya çıkarmıştır. Gerçekten de Osmanlı döneminde Türk Milliyetçiliği bir Türk Burjuvazisinin eseri değil bunun yerine ekseriyeti asker olan seçkin bir zümrenin anti tez uygulamasıydı. 1865 yılından itibaren ortaya çıkan dünyayı takip eden ve hürriyete vurgu yapan bir meclis sayesinde dağılmanın önlenebileceğini öne süren Jön Türklerin ardıllarıda aslında aynı görüşteydi. Yani Osmanlıcılık ve İslamcılık adeta paralel bir seyir izlemiştir. Fakat diğer ulusların milliyetçi talepleri neticesinde birer birer devletten kopmaları sonucunda elde kalan son çare olarak bir anti tez biçiminde Türkçülük uygulanmak istenmiştir. Fakat milliyetçilik ile alakalı bütüncül çalışmaların bile Türk kökenli olmayanlar tarafından ortaya koyulduğu düşünüldüğünde aslında milliyetçilik uygulamalarında ne denli hazırlıksız olunduğu ortaya çıkmaktadır.

Batı dünyası aydınlanma sanayileşme kentleşme üçlüsünü aynı doğrultuda yaşayabildiğinden ötürü burjuva ideolojisi olarak doğan milliyetçilikte zamanla kentli, modernist ve aydın bir zümrenin ifadesi biçimine gelmiştir. Bu durum batı standartlarında milliyetçiliğin elitist bir idea olduğunu göstermez çünkü ideal toplum tipi zaten anılan bu özelliklere haiz olandır.

Osmanlı İmparatorluğundan Ulus Devlete intikal ve ilk dönemlerde, batı standarlarındaki ölçütün hiç değilse yakalanabilmesi için aşırı uygulamalara yer verildi öyle ki Tarih Kongresinde ''Evet Türkler göçebedir bu onların özelliklerindendir'' diyen Zeki Velid Togan, neredeyse linç edilecek ülkeyi terk edecek ve uzun süre dönmeyecekti...

Soğuk Savaş döneminden itibaren Türk Milliyetçiliği anti komünizm üzerinden sembolize edilmiştir. Buna göre bir milliyetçi ne derece anti komünist, işçi muhalifi, dini eylem ya da ağırlıklı olarak söylemleri tatbik etmişse ülküsünde o oranda samimi sayılmıştır. Milliyetçilik özellikle batı dışı toplumlarda kendi rönesansını yaşayamadı ve retorik ile kavramların sembolleştirilmesi üzerinden emek ve demokrasi karşıtlığında bayrağı neredeyse en önde taşıdı.

1969 Adana Kongresi ile siyasi milliyetçi arenada var olacak parti o tarihten itibaren asla iktidar olamadı ve yüzde üç ile on sekiz arasında değişen barometrede dalgalı bir seyir izledi. Aslında milliyetçiliğin siyasi arenada temsili hiçbir zaman dönemin bürokratik koşullarından kopamadı. Bürokrasi anti komünist olduğunda siyasi milliyetçilikte anti komünistti. Bürokrasi laiklik hassasiyetini dile getirdiğinde siyasi milliyetçilerde laiklik mitingi düzenliyorlardı. Bürokrasi eski ekolün yerine yeni bir anlayış işlemek istediğinde siyasi milliyetçilikte bunun savunucusu oluyordu. Bu sebeple siyasi milliyetçilik ve milliyetçiler; özgün, demokratik, sivil mizaçlı bir anlayış ortaya koyamadılar. Oysa siyasi meselelerin düşünsel arka planlarını açıklayamayan grupların bir açılım gerçekleştirebilmeleri mümkün değildir. Bu durumda bir ideolojinin mensuplarının çoklu disiplinler ile bir çıkarım yapabilmesiyle söz konusudur.

Günümüzde Türk Milliyetçiliği evrensel milliyetçiliğin ana prensiplerinin aksine; ekonomiye ilgisiz, analizcilerini var edememiş ve en önemlisi topluma yönelik strateji belirleyememiştir. Örneğin terör devlet güvenliğini ilgilendiren bir meseledir ve doğal olarak milliyetçiliğin ilgisi dahilindedir. Fakat değişen trendler Türk toplumunun güvenliğe bakışınıda etkilemiş ve ekonomi, sosyal-bireysel güvenlik, ekoloji gibi kavramlarını üst sıralara yükseltmiştir. Bu noktada siyasi milliyetçilik duruma hazırlıksız yakalanmış eski söylemlerinden beslenen manifestoları yinelemiş, buna bağlı olarakta belirli sıçrama gerçekleştirememiştir. 


O halde demokratik sivil bir milliyetçiliğin inşasının gerçekleştirilebilmesi için mevcut siyasi milliyetçi parti ve bakış ile alakalı bazı yenilikleri sıralamamız gerekecektir:

 -Devletçi otoriter milliyetçilikten halkçı liberal milliyetçiliğe yönelim söylem ve eylemlerde hayata geçirilmelidir. Türkiye’nin kozmopolit multiculturel yapıya dönüştürülmesi işlenmelidir. Din, dil, etnisite serbestliği sağlanmalı, belediyeler kaldırılmalı valilik ve belediye makamı birleştirilmelidir. Örneğin Milliyetçiler Ruhban Okulu'nun açılmasına neden karşıdır? Patrikhane'nin tamamen kapatılmasını hangi gerekçelerle kabul edebilir? Milliyetçiler 6-7 Eylül 1955 olaylarıyla beraber İstanbul'un İmparatorluk kenti olma vasfını yitirdiklerini neden sorgulamazlar? Çünkü siyasi milliyetçilik kulvarında tek tipçi yaklaşım her zaman makbul olmuştur. Soru ve sorgu bununda dışında hak ve insan merkezli yaklaşım, parti içi katı hiyeraşiyi sarsacak  bu durum ise parti organlarının ''yarı tanrılık vasıflarını'' ortadan kaldıracaktır. 



-Politik dönüşümün mihenk taşı kadınlardır. Partide kadınlar oldukça ön plana çıkartılmalı, kadın il-ilçe başkanları olmalı, kadınların ayrı ve ikincil kategori olmadıklarını uygulamak için kadınlar kolları kaldırılmalıdır. Her kademede düşünce ve kıyafet yönünden modernist, sosyal, bilişim sistemlerini etkin kullanan kadınlara yer verilmelidir. 


- Yeni dünya gerekliliği dijital medeniyete uygun olarak Parti bünyesinde Dijital Ödemeler Birimi oluşturulmalı buna somut örnek olarak Genel Merkezde Dijital Atm hayata geçirilmelidir. Genel Başkan İl İlçe Başkanlarıyla her hafta sanal çevrimiçi toplu konferans gerçekleştirmeli parti içi aktif dijital iletişim tesis edilmelidir. 

 -Parti bütçesinden finanse edilmek suretiyle Yenilikçi Yöneticilik Okulu/YYO oluşturulmalı. Başarılı olan gençler Harvard, Oxford gibi üst düzey eğitim kurumlarına yerleştirilmeli bütün masrafları parti bütçelerinden karşılanmalıdır. 

-Ülkü Ocakları mevcut haliyle devam edemez kapatılmalıdır. Yalnızca illerde temsilciliği bulunacak vakıf kati surette parti çalışmalarından uzak tutulmalı, profesyonel kişilerin içerisinde istihdam edilmeleriyle ciddi ve profesyonel eğitim-kültür faaliyetleri yürütülmelidir. Partide illere ve ilçelere bağlı Gençlik Kolları oluşturulmalı, gençlik kolları başkanları demokrasiyi pratik sahada öğrenebilmeleri için seçimle iş başına gelmelidirler. 


İşte yenilikçi bir milliyetçilik ve milliyetçi parti için ilk aşamada atılması gereken adımları bu biçimde sıralayabiliriz. Elbette seçenekler artırılacaktır. Milliyetçiliğin kabuk değiştirme sürece ne denli dünya ile entegre, kadınlara ve gençlere yönelik, demokratik, sivil, liberal ekonomi ve sosyoloji ile ilgiliyse Türk düşünce dünyasının çeşitliliği, medeniyete katkıları ve Türkiye'nin mevcut konumu da hak ettiği seviyede olacaktır.









27 Ocak 2018 Cumartesi

BEYAZ TÜRKLERİN KAMUOYU BASKISI VE CEHALETLE İMTİHANLARI: BEYAZ TÜRKLÜĞÜ AÇIKLIYORUZ



Türkiye'de yaşanan siyasi söylem tıkanıklıkları ya da kamplaştırma siyasetinin meşruiyet argümanı ''Beyaz Türk'' kavramı nedir? Beyaz Türkler, dinsizdir, dönmedir, masondur, milletin manevi değerlerine aykırıdır, kökleri ve niyetleri sınır dışarısını işaret eder gibi karşılıklar hem halk jargonunda hem de akademik üsluplarda işlenmeye başladı. Öyle ki bazı Profesörler kitaplarında Beyaz Türkler çocuklarına ''Mete, Oğuz, Atilla'' gibi isimleri verdikleri gerekçesiyle itham edilmekle kalmadı, kurtuluş savaşı sırasında Pera Palas'ta viski yudumlayanların bugünki torunları olarak yaftalandılar. Düzeltmeye en sondan başlamak yerinde olacak. Kurtuluş Savaşı sırasında ya da daha doğru tabirle mütareke döneminde Pera Palas'ta zaman zaman görüşmeler yapan kişi Mustafa Kemal'dir ancak o da belirtildiği gibi viski içmezdi! Vaz geçilmezi Askeri Liseden itibaren Ali Fuat'ın teşvikiyle rakı olmuştur. İstiklâl Harbi komutanlarının neredeyse çoğu Paşa çocuklarıdır ancak kendilerince Beyaz Türk kavramı oluşturanlar bu isimleri genelde icat ettikleri kavrama dahil etmezler.

Beyaz Türklük babadan oğula geçen bir aristokrasiyi ifade etsede Türklerde Batılı manada bir aristokrat sınıfı yoktur. Tek imtiyazlı aile hanedanlıktır bunun dışında Tanzimat ile başlayan süreç yurt dışında eğitim alan ve dil bilen ''aydın'' sınıfını var etti ancak bu eğitim kaç nesil devam etti ya da birikim hangi nesile kadar sürdü bu durum meçhuldür.

Beyaz Türk jargonu dilimize aslında Turgut Özal'ın Cumhurbaşkanlığı sürecinde sokuldu. Ufuk Güldemir yazdığı ''Teksas Malatya'' isimli kitabında Özal'ın Cumhurbaşkanı adaylığına itirtaz edenleri Beyaz Türk olmakla kategorize edecekti.

Cia analisti Graham Fuller 1999'da yazdığı Türkiye'nin Kürt Meselesi adlı kitapta ve sonrasında kaleme alacağı Yeni Türkiye Cumhuriyeti isimli çalışmasında, Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal temelde kurulduğunu ve bu yapının dışlayıcı, asimilasyoncu Beyaz Türklere ait bir sistem olduğunu belirtecektir. Beyaz Türk kavramı buna göre artık şekillenmeye başlamıştır. Ulus yapısından taraf laik hassasiyetli ve şehirli kesimin karşılığı bu tanıma aşağı yukarı denk gelmektedir. Güldemir ve Fuller kendilerince çizdikleri Beyaz Türk kavramını eleştirel noktalardan temellendirirken Soner Yalçın ''Efendi Beyaz Türklerin Büyük Sırrı'' isimli kitabıyla bu kavrama en çok popülerlik katan isim olacaktır. Yalçın'ın kitabında Sabetayistlerden bahsettiği doğrudur ancak çalışma özellikle Meşrutiyet döneminden itibaren İttihatçı yapılanmayı anlatacaktır. Yalnız buradaki Beyaz Türk Sabetayist İttihat ve Terakki terimleri eleştirel üsluptan çok Türkiye Cumhuriyeti'nin temellerini hızlandıracak adeta katalizör benzeri tanıma denk düşmektedir.

Beyaz Türkler Dönme midir?

Beyaz Türklerin Yahudi dönmeleri oldukları sık işlenen bir tezdir. Bunun dayandığı temel husus ise Ilgaz Zorlu'nun ''Evet Ben Selanikliyim'' isimli kitabıdır. Buna göre Selanikliler dönmedir. Beyaz Türk tezini işleyenlerin ekseriyeti ise Byeaz Türklerin Selanik çoğunluklu yani dönme olduklarını ifade etmektedir. İttihat ve Terakki'nin hem vurucu hem fikirsel gücüde Rumeli olduğu için İttihatçılarda Beyaz Türktür ve dönmedir/masondur.
Zorlu'nun ifade ettiği gibi Selanik'te Yahudilerin ve dönmelerin yaşadığı da İttihat ve Terakki'nin içerisinde Yahudilerin ve dönmelerin bulunduğuda gerçektir. Ancak Selanik bir liman kentidir ve kozmopolit bir yerleşimdir. Yani her etnisiteden insan bulunduğu gibi Yahudiler şehirli bir halktır. İttihat ve Terakki ileri gelenleri ise kırsal kesime ait ailelerin çocuklarıdır. Aslında İttihat ve Terakki'nin masonların ve dönmelerin elinde oyuncak oldukları iddiasıda doğruluğu kanıtlanamamış kendiside eski bir İttihatçı olan Rıza Nur'un anılarına dayanmaktadır. Makedonya o dönem 3. ordunun karargahı, Selanik ise kozmopolit yapısından ötürü dünyaya açık misyonu ve bu özelliğin bireylere eleştirel düşünceler kazandırması fikirsel/ideolojik başkent olarak gösterilmesine yol açmıştır.


Bir Beyaz Türk olan Konstantin Borzecki bir Yahudi dönmesidir. Mustafa Celaleddin adını almış Türkler hakkında çalışmalara imza atmış ve Korgeneral rütbesindeyken girdiği altıncı savaşta Osmanlı Sancağı altında şehid olmuştur. 



Beyaz Türk kavramını eleştirenler Selanik Beyaz Türklerin Kabesidir, sözünü tekrarlamaktadırlar. Halbuki Selanik tıpkı Musul gibi son Osmanlı Mebusan Meclisi kararına göre Misakı Milli içerisinde yer alan bir Osmanlı kentidir.

İttihat ve Terakki'nin devlet yönetiminde etkin olduğu 1908-1918 arasında ise genel olarak bu partinin ideolojisi İslamcı ve Osmanlıcı çizgidedir. İttihat ve Terakki bir siyasi parti olduğu için içerisinde her kökenden ve fikirden insanı barındırır, ancak bu insanların ekseriyeti kendilerini İngiltere'den intikam almak için konumlamışlardır. Buna göre İmparatorluğun dağılmasını engellemek ve İngilizlere ders vermek hilafeti ve müslümanları ayaklandırarark mümkün olacaktır. Meşrutiyet gayesi ve bir parlamento tesisi Osmanlı kimliğinde herkesi birleştirebilmenin gayretidir ancak özellikle Balkan savaşlarında bu görüşün çökmesi İttihatçılarında Milliyetçiliğe yönelmesine sebebiyet verdi ve 1916 tüzüğü Türkçülüğe yer verdi.

Özetle Beyaz Türk kavramı Güldemir ve Fuller tarafından Kemalist, ulusçu, ittihatçı, ultra laik, tepeden inmeci olarak tanımlanırken, Soner Yalçın tarafından Cumhuriyet'in temellerini atan ve milli mücadele ateşini yakan içinde dönmelerin ve masonlarında olduğu İttihat ve Terakki'yi nitelemek için kullanılacaktır.

Beyaz Türklüğün ise son derece politize bir kavram olması son yılların mamülüdür. Özellikle 2009 yılında başlayana Çözüm Sürecine tepki gösterenler Beyaz Türk olarak işaret edilmiş, 2010 referaandumunda tercihlerini hayır olarak belirtenler Ertuğrul Özkök tarafından ''%42'lik Beyaz Türk olan kesim'' olarak tanımlanacaktır. Bundan sonra Beyaz Türk artık yalnızca elitist ve jakobenist olmaktan farklı şekilde Adalet ve Kalkınma Partisi'ne muhalefet edenler olarak belirtilecektir.


Hangi Beyaz Türklük? Ak Parti Günümüzün İttihat ve Terakki'sine En Yakın Partidir

Beyaz Türklüğün önce İttihatçı kapsam sonrasında ise İttihatçı ve anti Ak Partili payda da sunulması günümüzde geçerliliğini yitirmiştir.
İttihat ve Terakki aslen erkek egemen, milliyetçi, muhafazakâr, milliyetçi ve kapitalist bir yapıdadır.
O tarihten itibaren sağ görüşlü gösterilen her siyasi parti bu özellikleri taşır ancak en çokta günümüzde Ak Parti barındırır.
Ak Parti de ilk yıllarında İslamcı ve günümüzün Osmanlıcılığı olan Türkiyecidir.

Ancak daha sonra bu politikaların iflası Muhafazakâr kimliğini koruyan ve zaman zaman Türkçülüğe varan tonlarda Milliyetçilik yapan bir Ak Parti'yi doğuracaktır.

Kurucuları arasında asker bulunmamasına rağmen Ak Parti'de militarist tonlarda politika uygulamakta ordu siyaset bütünleşmesi göstermekte içerisinde her kökenden insan barındıran çoğulcu yapısını devam ettirmektedir.

Tüsiad'a hatta zaman zaman buna muadil muhafazkâr iktisadi kuruluşlara meydan okuyan Ak Parti'de kendi eliyle kendi burjvuazisini yaratma teşebbüsünü seçmiştir.

Recep Tayyip Erdoğan dış basında ve bu mercilerden alıntılananlarca kimi iç medya kuruluşlarınca eleştirilmek için ''Yeni Enver'' olarak gösterilmektedir.


Fetö Mensupları Erdoğan'a ve Enver Paşa'ya olan kinlerini onları birbirlerine benzeterek kusmuştu


Sarıkmış ve İttihatçı komutan Halil Paşa'nın Kut Zaferi; bu harplerin dizi, belgesel, anma etkinlikleri en yoğun olarak son dönem Ak Partisinde görülmektedir.

Buna göre İttihatçı zihniyet Beyaz Türk ise Beyaz Türklerin gğünümüz partisinin de Ak Parti olma ihtimali belirmektedir. Bu saptamalar doğru olmakla birlikte Beyaz Türklük, Jön Türklerden itibaren başlayan sürece dahil olanları içerir.


Saadet Partisi Teşkilatı Ak Parti'yi İttihat ve Terakki Çizgisinde olduğu için eleştirmişti





Beyaz Türklük gayrı millilik değildir bilhakis Beyaz Türkler en milliyetçiler arasından çıkar.

Beyaz Türkler her kökenden olabilecekleri gibi muhafazakâr olanlarının yanında liberalleride barındırır ancak Beyaz Türk aynı zamanda toplumcu olduğundan içinden çıktığı toplumun temel değerlerine fevkalade saygı göstermektedir.

Beyaz Türkler çok demokrat değildir. Egoları yüksek oldukları gibi siyaseten ihtilâlci ruh taşıdıkları bir gerçektir.

Beyaz Türkler'in din ile bir problemleri bulunmamaktadır ancak dinin doğru yorumundan taraf bulunmaktadırlar.

Beyaz Türklük belirli bir memleket ekolüne ait değildir çünkü belirttiğimiz gibi Türkiye tarihinde kökleşmiş bir aristokrasi yoktur.

Beyaz Türkler okumaya, araştırmaya, yeni ilgi alanlarına meraklı olduklarından son derece esnek, anlayışlı, dünya ile bütünleşik kimselerdir.


Beyaz Türklük dış ve iç kimi mihrakların dayattıkları gibi ideolojik bir kalıbı değil dinamik bir süreci ifade eder. Beyaz Türklüğün en doğru izahları bundan ibarettir..

21 Kasım 2017 Salı

TÜRKİYE'DE YÜKSELEN NATO KARŞITLIĞI VE TÜRKİYE NATO İLİŞKİLERİNİN GELECEĞİ






Soğuk Savaş'ın başlamasıyla Sovyetler Birliği yayılmacılığına karşı kurulduğu düşünülen fakat bu birliğin dağılmasından sonra Nato'nun genişleyerek etki havzasını arttırma gayreti içinde olduğunu görenler Nato'nun varlık sebebini yeniden sorgulama gayreti içerisine girdiler.
Nato'ya karşı olanların ürettikleri yeni dönem teoriler Soğuk Savaş'ın bitmesine rağmen Nato'nun varlığını devam ettirmesiydi. Bu durumda Nato'nun Sovyetler Birliği'ni çevreleme ya da dengeleme misyonunun çok ötesinde bir takım görevleri üstlendiği açıklamaktadır. Nato 1991 Roma zirvesiyle güvenliğe çok yönlü bir bakış açısı getirmiş ve eşitsizlik, terör gibi kavramların sınırlara konvansiyonel saldılardan bile tehlikeli olabileceği argümanını işlemiştir. O halde Nato sıradan tek yönlü bir askeri pakt olmanın ötesinde aynı tarihten beslenen ve çok yönlü güvenlik mekanziması tanımlayan ve tavsiye eden askeri misyonunun yanında siyasi, ekonomik ve kültürel yönleride olan bir birlik haline gelecekti. Daha sonraki yıllarda, enerji güvenliği, kadın ve çocuk hakları gibi kavramlara sonuç bildirisinde yer vermeside bu durumun aleni ispatıdır.

Yalnız burada Nato karşıtlarının savundukları Nato'nun dönüşümü ve yerinde tehdit algılamasından ziyade yeni dönemde yani tek kutuplu dünyada Abd egemenliği ve hegemonyasınının tesis edilmesinde ana sorumluluğu üstlenecek Uluslar arası bir polis gücünün temellendiği ve Türkiye'nin artık hiçbir şekilde bu birlikte yer almaması gerektiği yönünde olmuştur. Nato'nun 1990'lı yılların başından itibaren düzenlediği zirveler ve alınan kararlar incelendiğinde resmi üyesi olmayan ülkelerle de yakın ilişkiler geliştirdiği Rusya'nın hinterlandında hatta Ortadoğu'da bu işbirliklerini tesis ettiği sonucuna ulaşılmaktadır.

1994 Brüksel zirvesiyle Barış İçin Ortaklık projesini geliştiren Nato'nun BİO projesinin 8. maddesine göre BİO kapsamındaki üyelerin güvenliklerine yönelik tehditler halinde Nato'ya danışabilecekleri (Bağbaşlıoğlu, 2011) yönünde ifadeye yer vermesi uluslar arası güvenlik belirleyiciliğini Abd'nin üstleneceğini açık etmiştir. BİO kapsamında Azerbaycan, Beyaz Rusya, Bosna Hersek, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan, Gürcistan, Finlandiya, İrlanda, İsveç, İsviçre, Karadağ, Makedonya, Malta, Moldova, Sırbistan, Tacikistan, Türkmenistan, Ukrayna, Özbekistan hatta Rusya bulunduğuna göre Abd'nin Sovyetler Birliği mirasını yürütmek isteyecek bir Rusya'ya ya da panslavist Neo Çarlığa Müsaade etmeyeceği veya bu durumu tehdit olarak nitelendirebileceği analiz edilebilmektedir. Ancak bu vizyon yalnızca Rusya karşıtlığından ibaret değerlendirilemez, bahsedildiği gibi yeni güvenlik yapılanmasını elinde bulundurmak isteyen Abd'nin bu yöndeki çabasıdır. Abd'nin 1996 ve 1998 Milli Güvenlik Stratejisiyle ise ayrıca uyumludur. Çünkü bu stratejilerinde Abd egemen güç olma isteğini açıklamış ve tek taraflı güç kullanma ilkesini benimsemişti. Tek taraflı güç kullanma isteği ise Neo Con lobinin ''Demokratik Barış Tezi'' kavramıyla uyumlu Irak işgali ve Ortadoğu operasyonlarına ön koşul olabilecek bir kavram olarak belirmektedir.

Nato'nun Ortadoğu'ya yönelik geliştirdiği iki proje ise Akdeniz Diyaloğu ve İstanbul İşbirliği Girişimi olmuştur. 1995'de açıklanan Akdeniz Diyaloğu, Fas, Moritanya, Tunus, Mısır, İsrail, Ürdün, Cezayir'i kapsamaktadır. Ayrıca 1997'den itibaren bu ülkelerde irtibat ofisleri açılmıştır. 2004 yılında düzenlenen Nato İstanbul zirvesinde ise İstanbul İşbirliği Girişimi açıklanmış ve bu kapsamda Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri, Katar, Kuveyt yer almıştır. Akdeniz Diyaloğu ile İstanbul İşbirliği Girişimi'nin Büyük Ortadoğu Projesi kapsamındaki ülkeleri Nato ile entegre stratejisinin parçalarıdır. Henüz bu ülkeler Nato'ya resmi üye olmamakla birlikte barış gücü ve Nato ile ortak tatbikat gibi unsurlara değinilmesi Nato'nun Rusya yayılmacılığı ile sınırlı bir konsept belirlemediğinin Afrika kıtasında bile faaliyet göstermesi, herhangi bir coğrafik dilimde güç boşluğunun başka ülkeler tarafından değerlendirilmek istenebileceği girişimine karşı aynı zamanda önleyici tedbiri içermektedir.

Türkiye'nin Yeni Arayışları

Rusya’nın St. Petersburg şehrinde 2013 yılında düzenlenen Üst Düzey İşbirliği Konseyi (ÜDİK) toplantısı sonrası Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve dönemin Başbakanı Recep Tayyip
Erdoğan, açıklamada bulunmuşlar Erdoğan ''Şanghay Beşlisine alın Ab'yi unutalım'' diyerek rota değişikliği imasında bulunmuştu.
Erdoğan, Avrasya ülkeleri ile serbest ticaret anlaşması yapmaya da hazır olduklarını kaydederek, “ŞİÖ’ye üyelik talebimizi daha önce de sayın Putin’e ifade etmiştim. Bunu önemsiyoruz…” dedi. Bu diyalogdan kısa süre önce ise Türkiye, Şanghay'ın gözlemci üyesi olmuştu.

Şanghay, istikbal vaad eden ülkelerin oluşturduğu genç bir birliktir. 1996 yılında Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan tarafından komşu devletler arasında ortaya çıkması muhtemel sınır sorunlarını ve daha ziyade içeriye dönük güvenlik kaygılarını asgari düzeye indirgeyebilmek için hayata geçirilmiştir. Kısa sürede üye sayısı ve faaliyetlerini arttırmış; Özbekistan'ın üyeliği akabinde Pakistan, Hindistan, Moğolistan, İran ve Afganistan gözlemci statüsü ile birlikte yer almıştır. Singapur ve Beyaz Rusya'nın da örgütün ilk dialog ortakları olarak kabul edilmelerinden sonra 2001'den itibaren Dışişleri, Savunma, Ulaştırma Bakanlıkları arasında düzenli toplantı mekanizmalarının kurulduğu bir yapı haline gelerek verimliliğini arttırmıştır. Ağırlıklı olarak bölgesel iç güvenlik kaygıları neticesinde hayata geçen birliğin seyri uluslararası alanda yükselen etkinliği ile çok boyutlu minvale evrilmiştir. Birleşmiş Milletler'de 2004 yılında gözlemci statüsü elde edilmiş, 2010 yılında BM işbirliği antlaşması imzalanmış; ASEAN ve Kollektif Güvenlik Anlaşması örgütü ile karşılıklı mutabakat anlaşmaları imzalanmıştır. Öte yandan diplomasi, ekonomi ve kültür alanında işbirliğinide hedefleyen Şanghay'ın bu misyonu Abd'nin Asya ve Uzak Doğu çıkarlarını sınırlamaya başlamış ve Yeni Bir Varşova Paktı doğdu teorileri oluşturulmuştur. Bu teori tartışıladursun 2005 zirvesiyle Abd'nin Orta Asya'dan çekilme talebinin gündeme getirilmesi, 2007 Bişkek zirvesiyle tek kutuplu dünyanın kabul edilemeyeceğinin ilan edilmesi bu yapının gerçektende gittikçe Anti Abd, Anti Nato mizacına büründüğünüde göstermektedir.
Burada ek bir bilgi vermek yerinde olacaktır. 2002 yılında bölge üyelerinden Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Rusya, Belarus ve Ermenistan'ın oluşturduğu Kollketif Güvenlik Örgütü'nden bahsetmemiz gerekiyor. KGÖ'nün Şanghay ile oluşturduğu karşılıklı etkileşim dikkat çekicidir. KGÖ ayrıca Nato benzeri bir Acil Müdahale Gücünü oluşturarak Orta Asya'nın asli Nato'su hüviyetine belkide Şanghay'dan daha yakındır. Çünkü KGÖ daha ziyade çok yönlü güvenlik örgütüne doğru gelişim göstermiştir. Şanghay güvenlik gerekçeleriyle hayatada geçirilse hiçbir belgesinde askeri bir yapı olarak tanımlanmaz. KGÖ'ye üye ülkeler Rus silahlarını iç pazar fiyatından satın alabilmekte fakat başka ülkelere ihraç edememektedirler. Bu durum örneğin geçmiş yıllarda Türkiye'ye verilen Nato silahlarının Nato onayı olmadan herhangi bir tasavvurda bulunamaması durumuna çok benzemektedir. Bu gerekçeyle Türkiye silah sanayi bir anlamda nasıl Nato'ya entegre olduysa, KGÖ'nün bu sistemide üye devletlerin silahlı kuvvetleri üzerinde Rus Genelkurmayı'nın denetimini doğurmaktadır. Ezcümle gelişen KGÖ ve Şanghay bazı hususlarda ortak güvenlik kaygıları taşıyan eşgüdüm içerisinde çalışan yapılardır. Her ne kadar Şanghay'ın gerçekleştirdiği 10.000 askerlik tatbikatların varlığı gerçekte olsa bunlar ağırlıklı olarak anti terör operasyonları olarak izah edilmekte ve KGÖ, Nato'ya daha benzer olarak tanımlanmaktadır.

Türkiye'nin Rusya ile yakınlaşması 24 Kasım 2015 yılında bir Rus uçağının düşürülmesiyle durmuş Türkiye politik manevra sahasını oldukça daraltmıştır. Fakat daha sonra ikili ilişkiler yeniden başlayacaktır. Türkiye nezdinde Abd müttefikliğinin ve Nato'nun sorgulanmasının en somut iki gerekçesi mevcuttur bunlardan birincisi 15 Temmuz 2016 askeri kalkışmasının Abd ve Nato tarafından desteklendiği inancı ikincisi ise Türkiye'nin Milli Güvenlik Kurulu nezdince terör örgütü kabul ettiği Suriye Pyd'sinin Amerika tarafından silahlandırılma adımlarıdır.


15 Temmuz 2016

ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Joseph Votel 15 Temmuz'daki darbe girişiminin başarısız olmasının ardından ikili ilişkiler adına 'endişeli' olduklarını belirterek, ABD'nin bölgedeki operasyonlarının zayıflayacağını söyledi.
Colorado eyaletinde gerçekleşen bir programda konuşan Votel, darbe girişimi sonrası tutuklanan cuntacıların, "ABD ordusunun yakın müttefikleri" olduğunu ifade etmişti. Abd ordu yapılanması içerisinde Merkez Komutanlığı Ortadoğu operasyonlarının yürütüldüğü birimdir ve Nato ile yakın ilişkilidir. Bu sebeple Abd'li General'in açıklaması Nato ile paralel görülmüştür. Ayrıca çağırıldığı halde Türkiye'ye dönmeyen ve bulundukları ülkelerden iltica talep eden Nato'da görevli Türk subayların olduğuda açıktı. Anayasal Düzene Karşı Suçları Soruşturma Bürosu Başsavcıvekili Necip Cem İşçimen koordinesinde Savcı Mustafa Gökçe'nin NATO'cu subaylara ilişkin yürüttüğü soruşturmada önemli detaylara ulaşılmıştı. Birçok ülkede faaliyet yürüten NATO karargahlarında 462 Türk subayın görev yaptığı, bunlardan aralarında generallerin de bulunduğu 237'si hakkında FETÖ'den adli ve idari işlem yapıldığı medyada yer buldu. Bu orana göre Nato'da görevli Türk subaylarından yarısı iltica talebinde bulunmuş yani kalkışmaya destek vermişti. İncirlik üs komutanı Tuğgeneral Bekir Ercan Van'ın ise yine Nato'ya sığınmak istemesi tepkileri Nato'ya yöneltmişti.
Washington Post gazetesi ise, dönemin Abd Dışişleri Bakanı Kerry’nin, “Türkiye’nin NATO üyeliği tehlikeye girebilir” dediğini yazmıştı. Financial Times gazetesinin haberinde ABD ve Avrupa Birliği’nin, Türkiye’de toplu tasfiyelerin yaşanmasından endişe duyduğu ve Ankara’yı uyardıkları aktarıldı. NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, darbe girişimiyle ilgili olarak, Türkiye hükümetine demokratik değerlere bağlı kalması konusunda uyarıda bulunduğu gündeme gelmişti.

Türk siyasi tarihinde ilk kez Abd karşıtlığı Nato karşıtlığı ile doğru orantılı bir seyir izleme rotasına girmişti. Irak'ın Abd tarafından işgali, 4 Temmuz 2003 Türk askerinin başına Abd askerlerince çuval geçirme hadisesinin yaşandığı dönemde bile Türkiye'de yükselen Abd karşıtlığına rağmen Nato üyeliği geniç çapta ve yüksek perdeden sorgulanma gereği duyulmamıştı.

15 Temmuz'dan sonra Türkiye'nin Nato üyeliğinin sorgulanması resmi raporlarada yansımıştır. Türk Ordusu Fetö/Paralel Devlet Yapılanması ile ilgili hazırladığı resmi raporda ilk kez Abd ve Nato'yu hedef gösterdi:

''Pkk'nın liderinin yakalanarak ülkemize getirilişi ile Fethullah Gülen'in Abd'ye gidiş tarihleri arasında çok kısa bir zaman dilimi vardır. Fetö/Pdy'nin lideri yıllardan beri Abd'de yaşamaktadır. Son 15 yılda Abd'ye yüksek lisans ve doktora maksatlı eğitime veya bu ülkedeki milli veya Nato daimi görevlerine gönderilenlerin sayısı sürekli artmıştır. Bu personelden darbe girişimine fiilen iştirak eden Feö/Pdy ile iltisaklı olduğu tespit edilenlerin oranı dikkat çekecek boyutta yüksektir.''

Nato karşıtlığı ya da temkinli bakışı ile alakalı bir diğer gelişmede 3. Kolordu Komutanı Korgeneral Erdal Öztürk'ün tutuklanması olmuştur. Nato konsepti meydana gelebilecek ani terör olaylarıyla ilgili 48 saat içerisinde müdahale stratejisini belirlemiş ve bunu Almanya, Fransa, İtalya ile Türkiye'nin aralarında bulunduğu altı adet kolordu komutanlığı üstlenmişti.
Bu görevi ifa edecek Türkiye kuvveti ise 3.Kolordu Komutanlığı olduğundan bu komutanlık halk nezdinde Nato komutanlığı olarak anılmıştır. 3.Kolordu Komutanı'nın tutuklanması devletin Nato veya Nato ile ilişkili bir kuvvete müsamaha göstermeyeceği anlaışını ifade etmiştir.

Pyd'nin Abd Tarafından Silahlandırılması

Abd Ortadoğu stratejisinin önemli bir ayağını Suriye ile alakalı uygulamaya koymak istediği planlar oluşturmaktadır. Suriye ve Lübnan'ın tasfiyeleri, Ortadoğu'da yeni bir iç savaş düzenini başlatmakla kalmayacak jeopolitik etki alanını kaybetmeye yüz tutacak İran'ın farklı arayışlara girmesiyle Türkiye ve İran'ı karşı karşıya getirebilecek programa zemin hazırlayacaktır. Lübnan Başbakaını Saad Hariri'nin, Riyad'a gerçerek Lübnan Hizbullah'ını hedef göstermesi, İran'ın Rakka tahliyesine müdahil olma beyanından sonra Devrim Muhafızlarına saldırı düzenlenmesi Suriye'de Pyd'nin ordulaştırılma çalışmalarına ağırlık verilmesini hızlandırıcı bir sürece işaret etmektedir. Türkiye Milli Güvenlik Kurulu nezdinde Pyd'yi terör örgütü sınıflandırmasına almış, Abd'nin bu yapıyı silahlandırmasını resmi makamlarca eleştirdiği gibi Mgk toplantılarıylada dikkat çekmiştir. Mgk toplantılarında Pyd ile Nato'nun direkt ilişkisi üzerinde durulmamasına rağmen özellikle 15 Temmuz sürecinden sonra Abd Nato ile denk bir tanımlamaya tabi tutulduğu için Mgk açıklamaları aynı zamanda Nato eleştirisi olarak okunabilir. Kasım 2016 tarihli toplantıda şu ifadelere yer verilmiştir:
''BAZI ÜLKELERİN, PKK/PYD-YPG VE FETÖ/PDY LEHİNE ÇİFTE STANDART UYGULADIKLARI, MENSUP VE DESTEKÇİLERİNE KOL KANAT GERDİKLERİ, BUNLARI MAKSATLI OLARAK FARKLI ŞEKİLDE TANIMLADIKLARI VURGULANARAK, BU ÜLKELER TUTUMLARINI DEĞİŞTİRMEYE DAVET EDİLMİŞTİR. ''

Abd adı açıkça telaffuz edilmemekle birlikte bu ülkenin kastedildiği açıklamadan oldukça net anlaşılmaktadır.

Mayıs 2017 Mgk toplantısında ise:

"Türkiye'nin beklentisi gözardı edilerek Suriye Demokratik Güçleri kisvesi altında faaliyet gösteren PKK/PYD-YPG terör örgütüne uygulanan destek politikasının dostluk ve müttefiklikle bağdaşmayacağı vurgulanmıştır"

açıklamasına yer verilerek yine Abd işaret edilmiştir. Hulasa, artık Abd'yi Nato ile aynı kabul eden bu sistemin ise Türkiye'ye yönelik yıkıcı ve zedeleyici faaliyetleri koordine eden bir yapı olduğu resmi kurum ve belgelerce ifade edilmekteydi.


Norveç Nato Tatbikatında Skandal

Norveç’te 8-17 Kasım tarihleri arasında düzenlenen ‘Trident Javelin’ adlı dijital NATO tatbikatı sırasında, bir teknisyen Atatürk büstünü ‘Düşman Liderler Biyografisi’ne ekledi. Türkiye asıllı Norveçli bir ordu çalışanı da Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan adına açılan bir hesaptan “Büyük mutlulukla duyurmak isterim ki SAA 20 NG füzelerinin teslimi konusunda Türkiye Cumhuriyeti ile FOS (tatbikatta varsayılan düşman ülke) arasında anlaşmaya varıldı. Teşekkürler başkan Blixen (düşman ülke lideri, Putin olarak yorumlanıyor)” mesajını attı. Bu olayın TSK mensubu bir binbaşı tarafından fark edilmesi sonrası Türkiye askerlerini tatbikattan çekti.

Cumhurbaşkanı bu olayı şu keilde izah ediyordu:

"Bu tabloda Atatürk'ün resmi ve bir tarafta da şahsımın ismi var. Hedefte bunlar. Bu haber gelince Genelkurmay Başkanımız ve AB'den sorumlu Bakanımız, onlar da Kanada yolundaydı, bizi aradılar. 'Böyle böyle bir durum var. Bu tatbikat da Nato tatbikatı. 40 tane askerimiz var, biz şimdi bu askerimizi çekme kararı verdik, çekiyoruz.' dediler. Dedik ki 'Tabii, hiç durmayın hemen. Velev ki o hedefler kaldırılsa dahi 40 askerimizi süratle oradan çekin.' Böyle bir ittifak, böyle bir müttefiklik olamaz."
Nato tatbikatında yaşanan bu skandal ile ilgili en sert tepki Vatan Partisi'nden gelmiş ve Nato'ya Hayır haftası başlattıklarını duyurmuşlardı.

Adalet ve Kalkınma Partisi'ni pek çok konuda eleştiren Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu:

''Biz güçlü, itibarı olan bir devletiz. Biz, demokrasiyi, insan haklarını savunan bir devletiz. Türkiye'ye yönelik eleştiriler olabilir, buna itirazımız yok ama hiç kimse Türkiye'nin yöneticilerine ve tarihine hakaret edemez. Bunu şiddetle kınıyoruz"

sözleriyle olayın devlet meselesi durumunda bulunduğunu ve kabul edilemeyeceğini belirtmişti.

Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli ise Twitter adresinden yaptığı açıklamada :

"NATO'nun, maksatlı ve marazi çürümüşlerin eylemlerini pardonla örtemeyeceği bellidir, yanlış anladınız, sorumluları işten attık ucuz yaklaşımlarıyla dibe oturmuş art niyetliliğini tedavi ve telafi edemeyeceği nettir... Yarım asrı geçen süreden beri ayağımıza dolaşan, faydasından çok zararını çektiğimiz askeri veya sivil küresel organizasyonların milli gerçeklere uygun, milletimizin beklentilerine müzahir şekilde tekrar yorumlanması kaçınılmazdır.
NATO yokken biz vardık, şayet ve gerekirse biz bu yapının içinde olmazsak da dünyanın sonu değildir.''
ifadeleriyle Ak Parti ve Chp'den daha radikal bir öneri getiriyor ve Türkiye'nin Nato'dan ayrılma ihtimaline karşı olmadıklarını belirtiyordu. Aslında bu durum Türk siyasi tarihindeki dengelerin ne derece değiştiriğinin göstergesidir. Yıllar boyunca Mhp, Türkiye'de ki sol çevrelerce Nato Milliyetçiliği yapmakla itham edilmiş, 27 Mayıs 1960 askeri girişiminin popüler aktörlerinden ve ihtilâl bildirisini radyodan okuyarak ''Nato'ya Bağlıyız'' ifadesini duyuran Alparslan Türkeş'in Nato çizgisinin takipçisi olduğu yönünde teorilere yer vermiştir. Özellikle Aydınlık grubunun ''Kontrgerilla'' kitap serileri Mhp'yi Nato'nun Türk siyasi sitemindeki aparatı olarak yorumlayan tazleri içermekteydi. Oysa gelinen noktada Türk Güvenlik Sistemiyle ilgili bir durumda Mhp, Vatan Partisi, Ak Parti ve Chp en azından açıklamalarıyla aynı eksende bulunabileceklerini göstermişlerdir. Bu fikir ve beyan birlikteliği yakın dönem Türk siyasi tarihinde 15 Temmuz 2016 kalkışmasından sonra ve Eylül ayında Türk askerine sınır ötesi operasyon tezkeresi oylamasında görülmüştür.
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yalçın Topçu:
''Bütün darbelerin ve savunma sanayinde bağımlılığın arkasında NATO vardır. NATO üyeliğimizi gözden geçirmemizin zamanı gelmiştir. Üyesine her türlü düşmanca tavır içinde olan bu kurum bizim için olmazsa olmaz değildir"
diyerek yıllardır tartışılan Nato- Askeri Darbeler ilişkisini yeniden gündeme taşımıştı. Esasen Nato karargahında planlanan bir Türk askeri darbesi bulunmamakla birlikte her darbenin Abd nezdinde tanındığı bir gerçekti. Bunun temel sebebi, askeri yönetimlerin Uluslararası alanda meşruiyet kazanmak istemesi sebebiyle Abd ve Nato ile yakın ilişkilere yakınlaşması, Abd'nin ise yeni yönetimden yeni tavizler sağlayabilme gayesi bulunmaktadır. Yani indirgemeci olarak Türk darbelerini yalnızca dış odaklı bir güce bağlamak ya da tamamiyle içsel potansiyelden kaynaklı bir girişimin neticesi olarak nitelendirmek gerçekçi değildir. Darbelerin yüzlerce faktörü bulunmakla birlikte bir sonuç olduğu unutulmamalıdır.
Cumhurbaşkanlığı sözcüsü İbrahim Kalın'ın Türkiye Nato'dan ayrılmayı düşünmüyor beyanı ve gerçekleştirilen Bakanlar Kurulu toplantısından sonra Bekir Bozdağ'ın ''Türkiye Nato'ya katkı yapmayı sürdürecek'' ifadeleri Türkiye'nin kısa vadede Nato'dan ayrılma stratejisinin olmadığını göstermekteydi.


Türkiye Nato İlişkilerinin Geleceği
Nato karşıtlığının ilk kez bu denli yüksek olduğu Türkiye'de Nato eleştirilmesine, hedef gösterilmesine, karşıt kampanyalara mağruz kalmasına rağmen Türk güvenlik sisteminde varlığını sürdürmeye devam edecektir. Türkiye'nin Nato'dan ayrılma stratejilerini inceleyen emekli Binbaşı Erol Bilbilik iki model üzerinde durmaktadır:
Fransa Modeli Nato'dan Çekilme:General De Gaulle, Fransa'yı Nato'nun askeri kanadından çıkararak Nato'dan çekilmeyi gerçekleştirmiştir. Nato'nun diğer organlarında faaliyete devam etmiştir.
İsveç Modeli Nato'dan Çekilme: İsveç Başbakanı Göran Persson, İsveç'i geleneksel tarafsızlıktan, ttifaksızlığa geçirerek Nato'ya girişini önlemiştir. Buna karşın İsveç Silahlı Kuvvetleri'nin Nato güçleri ile ortak tatbikatlara ve BM Başkanlığında oluşturulacak Barış Gücü Kuvvetleri'ne katılmalarına olanak tanımıştır.(Bilbilik, 2008:152)
Bilbilik'in önerdiği modeller incelenmeye değerdir fakat Uluslar arası güvenlik konseptinin güncelliğine uygun değildir. Öncelikle Nato'nun askeri kanadından çekilen Fransa 2009 yılında yeniden Nato'nun askeri kanadına dönmüştür. Bir diğer husus ise İskandinav ülkesi olması sebebiyle neredeyse ordusu bile bulunmayan İsveç örneğinin Türkiye jeopolitik gerçekliğiyle uyumlu olmadığıdır.
Son dönemde artan Nato karşıtlığını belirli gruplar altında tasnif etmek mümkündür:
a)Aydınlıkçıların başını çektiği Nato ile ortak tatbikatlar dahil olmak üzere bütün ilişkilerin kesilmesi bölge ülkeleriyle ve sonrasında Rusya ile eşgüdümlü bir güvenlik yapılanmasının takibi
b)Bilbilik modelini paylaşan ulusalcıların görüşlerine göre Nato'dan çıkılması fakat gerekirse ortak çaba ve çalışmalarda bulunulması
c)İktidar partisini destekleyen muhafazakârların tezlerine göre Nato'dan çıkılması ve bunun yerine bölge ülkeleriyle ya da İslam ülkeleriyle yeni bir ittifak modelinin hayata geçirilmesi
d)Siyasi milliyetçiler ve Türkçüklere göre Nato'dan çıkılması ve Türkiye'nin Asya merkezli politik bir perspektif oluşturması
e)Nato'nun hataları olduğunun kabul edilmesiyle birlikte şu anda Nato'dan ayrılmanın pratik bir fayda sağlamayacağı Türkiye'nin Nato üyesi olarak fakat dengeli bir dış politika dahilinde stratejiler belirlemesi görüşünü paylaşanlar
f)Nato'dan çıkılması bunun yerine Türkiye'nin hiçbir yere bağlı kalmadan kendi güvenlik pakt mekanizmasını uygulamaya koymasını savunanlar
g)Nato'dan çıkılması ve aktif tarafsızlık ilkesi gereği hiçbir pakta dahil olunmaması gerektiğini savunanlar
h)Nato ve Abd ile ilişkilerin eskisi gibi aynı şekilde devam ettirilmesinde ittifak edenler

Nato hususunda kamuoyu parçalı bir model sergilemekle beraber Türkiye Nato birlikteliğini sorgulayıcı bir kapsamda değerlendirme skalasına sahip olmuştur.

Bize göre ise Nato karşıtlığı ve Türkiye Nato ilişkilerini sonlandırmanın meclisteki hiçbir parti programında yer almaması Nato'ya karşı sahip olunan tepkisel davranışların, siyasi ve pratik uygulamalarının bulunmadığını göstermektedir.
Türkiye Nato ayrılığı Türk askeri sisteminin talimnamelerinden, ordu yapılanmasına, tekonolojisinden, teçhizat sistemine kadar 10 yıl ve ötesini kapsayan bir değişimi kapsayacağı unutulmamalıdır. Bu durum ise neredeyse yeni bir ordu kurmakla eşdeğerdir ve Türkiye şu anda bu girişimin altından kalkabilecek mahiyette değildir.

1826'da yeni bir ordu kuran Türk Devleti, 1827'de donanmasının yakılmasını izlemiş, 1830 yılında ise Yunanistan'ın bağımsızlığını askeri açıdan hiçbir şekilde önleyememişti.

Paktlar üzerinde yükselen bir dünya sisteminde Türkiye'ye Kuzey Kore şablonu modelleri sunmak asla gerçekleşemeyecek bir durum olduğu gibi Türk Rus ya da Türk Avrasya yakınlaşmasının Rusya tarafından ne şekilde okunduğuda izaha muhtaç bir analizdir. Buna göre Rusya'nın Abd stratejisinden oldukça ayrı kaldığı düşünülemez zira Suudi Arabistan tasfiyelerinden zonra Brent Petrolünün varil fiyatının 65 dolara yükseltilmesi, ihracatının üçte ikisi enerji kaynakları tarafından karşılanan Rusya'ya yapılmış jestten başka bir şey değildi.


Kurduğu Savunma Üniversitesi'nin enstitülerini bile faaliyete geçirememiş, Harp Akademisi-Savunma Üniversitesi dönüşümünü tabela değişimi ve garnizondaki 'Kravatlı' sayısının arttırılmasından ibaret yorumlamış Türkiye'nin hiçbir Uluslar arası savunma stratejisinin bulunmayışı, Türkiye'nin Nato üyeliğinden çok daha vahim bir tabloyu ortaya koymaktadır.