17 Ekim 2016 Pazartesi

MUSUL VE KIYAMET SAVAŞLARI


'' Sodom ve Gomora'yı nasıl helak ettiysem medeniyetlerin en güzeli Babil'i de yerle bir edeceğim''  - Tevrat
'' Babil'e karşı helak edeci bir fırtına yükselteceğim'' -Tevrat


Dünya siyasetini anlamak ve algılamak Ortadoğu siyasi dengeleri incelenmeden mümkün olamayacak bir durumdur. Ortadoğu ise Mehdi/Mesih teostratejik bağlamdan bağımsız irdelenemez. Medeniyetlerin kurulduğu, en kadim imparatorlukların var olduğu, bilinen bütün Peygamberlerin çıktığı yegane yer Ortadoğu coğrafyasıdır. Bu denli kadim bir havza biriktirdiği kültürel envanter, doğal zenginlik, konum gibi mühim faktörler sebebiyle etkin devletlerin stratejik planlarında bir şekilde yer bulmuş bunun neticesi taşeron terör örgütleri ile kan ve gözyaşının daim olduğu hak etmediği bir muameleye tabi tutuldu. Dinlerin tebliği ile siyasallaşma sürecinin başlaması eş zamanlı olup özellikle günümüzde Ortadoğu dini metinler eşliğinde şekillenen bir vaziyet aldı. Bunun sebepleri şunlardı;


A) Bilinen bütün Peygamberler ve eski medeniyetler Ortadoğu merkezliydi. Semavi ve paganist dinlerin beşiği coğrafik yapının dini metinler ve efsaneler eşliğinde yeniden yorumlanması oldukça uygun düşüyordu.
B) Liderler ve devletlerin dini argümanlar ile politik yön ve misyon belirlemeleri meşriuyet pekiştirici bir durumdu.
C) Çoğu din tahrif edilmişti ve bu durum yeni tahriflere kapı aralamıştı. Üstelik rasyonel çıkarlara uygun tahrfiler makul bir rant kapısı olurdu.
D) Soğuk Savaş döneminde icat edilen Yeşil Kuşak yani Sovyetler Birliğini din ile çevreleme politikası Ortadoğu'da siyasi dini referansları kuvvetlendirdi.
E) Amerikan siyasetinde icat edilen Yeni Muhafazkar Neo-Con lobi Protestan metinler ve Tevrat ayetlerinden fikirsel olarak besleniyordu. Bu sebeple Ortadoğu siyasi konumunun dini muhteviyat ile değerlendirilmesi bu lobi ile paralel olurdu.

Yazının girişinde Tevrat'tan verilen  Babil yani Irak ile alakalı bazı metinler Tevrat'ta Babil ile alakalı onlarca ifadeden yalnızca ikisidir. Buna değinilmesinin sebebi şudur, Ortadoğu İbrani metinlerindeki tanımlara şaşırtıcı derecede benziyor yani Irak, Suriye ve Mısır çözülmeye başlıyordu. Yahudilerin Babil sürgünü ile karşılaştıkları şok bir yana İran üzerinden Zerdüştlük akımından esinlenmeler İbrani mitlerine Davud soyundan Mesih, İbrani metinlerinden Protestan akıma İsa Mesih, Şii inanç sistemi ve üzerinden diğeri İslami ekollere Mehdi beklentisini yerleştirdi. Yani Mehdi ve Mesih'in Ahir Zamanda belirmesi Ortadoğu'da sınır değişiklikleri ile mümkün olacaktı. 1978'de Sovyetleri Afganistan'a sokan lobi aynı yıl Taliban adlı örgütü destekledi. Öyle ki bu örgütten kopan bir kesim yıllar sonra Tevhid ve Cihad örgütü adı altında ortaya çıkacak demografik değişimlere göre ise Işid olarak yeniden organize olacaktı. Bugünlerde sıkça konuşulan Musul operasyonu aylardır Pentagon tarafından planlanan bir stratejiydi. Işid adlı taşeron örgüt Ortadoğu'da sınırların yeniden tasarlanması için oluşturulmuştu öyle ki 6 Tümen askerin tek kurşun dahi atmadan Musul'ü 400 kişilik terörist gruba teslim etmelerinin başka bir açıklaması olamazdı. Işid, Irak'ta bazı bölgelerin zapt edilmesi için kullanıldı. Akabinde bu bölgeleri kurtarmak söylencesiyle ortak operasyon başlatılacak ve neticesinde yeni bir iç savaş başlatılmış olacaktı. Bu oyunun dengelenmesinde Türkiye'nin tutumu ve girişimi oldukça mühimdir. Başından beri Türkiye operasyonda yer almak ısrarını sürdürmüş, dış kamuoyunda gündeme getirmiş ve tepki görmüştü.  Türkiye'nin masasında çeşitli planları bulunuyordu. Bu planlar 3 kategoride tasnif edilebilir;
1) Doğrudan Müdahale : Musul'a uluslararası meşruiyet aranmadan doğrudan müdahale eylemiyle Türkiye yaptırımlarla karşılaşacağı gibi zor bir sürece dahil olmuş bulunacaktı. Bu seçenek masada her daim cılız bir plan olarak yer aldı.
2) Barzani Grubunun Çağrısı İle Müdahale : Türkiye'nin güvendiği fakat hayal kırıklığı yaşadığı bir seçenek olarak kaldı. Kamuyounda yıllardır Barzani ailesi ile alakalı yahudi kökenli oldukları yönünde propaganda yapıldı. Esasen Osmanlı Tapu Tahrir kayıtlarında da ödedikleri vergi müslümanların ödediği vergiden daha fazla olan bu grup 1930'larda Irak merkezi yönetimiyle çatışıp üstünlük sağlayabilecek kadar güçlendi.Türkiye ile ilişkileri inişli çıkışlı olan aşiret mensubu Abdüsselam Barzani'nin 1914'te idamından sonra uzun süre yakın temas sağlanamadı. Yeni Ortadoğu konseptinde önemi olan aile, İsrail'in Arap olmayan devletlerle ilişkilerin desteklenmesi stratejisiyle 1963'ten itibaren maddi destek görmeye başladı. 1965'te Marved/Halı operasyonuyla yabancı bir Tümgeneral aracılığı ile modernize askeri eğitim alan grup tamda bu yıl Irak'ın Kuzeyinde Komünist parti üyelerine silahlı saldırı ve sürgünlerle Abd siyasetiyle eşgüdüm içerisinde olduğunu gösterdi. Turgut Özal'ın kürt sorununa çözüm 1992 Kale Harekat Planıyla yakın ilişki sağlanan aşiret, Çekiç Güc'ün Irak'ın Kuzey bölgesine yerleşmesiyle Pkk ile ortak hareket etmeye başladı. Kısa süre evveline değin flu ve mesafeli olan ilişkiler kurulması tasarlanan büyük Kürt Devletinin hamiliği söz konusu olduğunda Barzani'nin pkkyı lanetlemesi ve Irak'ın Kuzeyinden çıkmaya zorlamasıyla yeniden işbirliğine evrildi. Şu anda yaklaşık 200 Bin kişilik peşmerge kuvveti bulunan grup bu militanlara üniformalar ve Harp Okulları tahsis etmek suretiyle ordulaşma sürecini hızlandırdı. Türkiye ile sağlıklı ilişkilerin tesis edildiği dönemde Barzani'nin, Musul'a Türkiye'yi davet etmemesi Merkezi hükümet ile keskin çatışmalara girmekten çekinmesi ile alakalı olabilir. Barzani grubu Sünni Nakşi geleneğinden gelirken Irak Merkezi Ordusunun çoğunluğu şiilerden oluşmaktadır.
3) Sünni Aşiretlerin Çağrısı İle Müdahale : Türkiye, 2002'den beri uygulamaya koyduğu Neo Dinamik politik unsurunu özellikle 2004'den itibaren Ortadoğu ülkeleri ile serbest ticaret anlaşmaları yaparak sürdürdü. Suudi Arabistan ile müttefik olurken Katar'a üs kurma noktasına geldi. Türkiye'nin yeni politik tutumu mezhepçi politika tanımlamasıyla eleştirilirken bu kanımızca doğru olmayan bir tutumdur. Ortadoğu ülkelerin mezhep ağırlıklı bir tutum üzerinden hizipleşme sağladığı bir kulvardır. İç Politik strateji olarak belirlememe kaidesi ile Türkiye'nin Ortadoğu'da bazı sünni gruplar ile yakından ilgilenmesi yadırganacak bir durum değildir. Musul meselesi ile alakalıda sünni aşiretler Irak merkezi hükümetine tepkilerini dile getirdiklerinde aşiretler ile ortak operasyon düzenleme ihtimali en güçlü seçenek olarak belirmiş oldu.

IRAK İRAN ABD VE DEĞİŞEN POLİTİK DENGELER

Irak bir bahane ile işgal edildiğinde iç çatışma başladı. Mozaik yapısı ve demokratik kültürden uzak geçmişi buna oldukça uygun zemin hazırlıyordu. Saddam Hüseyin yakalandığında Şii bir hakime yargılatıldı, bayram sabahı ise kürt cellatlara infaz ettirildi. Saddam ise sünniydi. Yani Irak; Şii, Sünni ve Kürtler arasında pay edilecekti ki öylede oldu. Anayasal bir tanım olmamakla birlikte teamülen Cumhurbaşkanlığı kürtlere, Başbakanlık Şiilere, Meclis Başkanlığı ise Sünnilere verildi. Başbakanlık makamının baskıcı politikaları yüzde 65'i şii olan bu ülkenin iç siyasetine İran'ın müdahilini güçlendirdi ve Irak, İran'ın arka bahçesi durumuna geldi. Abd ile aralarında husumet olduğu ileri sürülen İran kısa süre evvel şaşırtıcı şekilde yıldızı parlayan ülke konumuna yükseldi. Ambargolar gevşetildi, 100 milyar dolardan fazla alacağını tahsis etmeye başladı, petrol gelirleri aylık 30 milyar doları aştı, Batılı şirketlerden tedarikini arttırdı. İktisadi bakımdan da güçlenen İran, Devrim Muhafızlarının dış operasyon birimi Kudüs Gücü aracılığıyla Ortadoğu'da manevra kabiliyetini arttırdı. Musul operasyonu ile alakalı Abd ile anlaşan İran ortak operasyon hususunda da uzlaştı. Kentin sünni ağırlıklı yapısının şii ağırlıklı askerler tarafından kurtarılma(!) operasyonuyla muhtemel bir kıyıma uğraması ve farklı selefi grupların yeni isimlerle sahneye çıkmaları beklenen vakaadır.


TÜRKİYE VE MUSUL OPERASYONU

Musul ile alakalı gündeme gelen konulardan biride bölgedeki Türkmen varlığıdır. Türkmen politikası belirsiz ve Musul konusunda ürkek davranacak bir Türkiye, Ortadoğu'da barınamayacaktır. Musul Misakı Milli içerisindedir fakat Misakı Milli'nin uluslararası zeminde bir geçerliliği yoktur. Bu vesileyle Türkiye adımlarını birazda oldu bittiye getirecek şekilde atmalıdır. 2011 Martında Suriye olayları patlak verdiğinde 2012 yaz dönemine kadar Suriye Türkmenleri anılmadığı gibi muhaliflerin topladığı Ulusal Kongreye Türkmenleri temsilen bir grubun katılması yönünde Türkiye girişimlerde bulunmadı. Bu, Ortadoğu politikası bakımından büyük bir kayıptı. Aynı hata Irak hususunda tekrarlanmamalıdır. Türkiye, Başika'dan ayrılmamalı ve Musul meselesine müdahil olmalıdır. Mesele, toprak almak gibi hamasi bir felsefeyle düşünülmemeli ileriden savunma stratejik konsepti dahilinde değerlendirilmelidir. Musul müdahalesi Irak'ta bambaşka bir iç savaş doğuracaktır ve yeni terör eylemleri Türkiye'ye ithal edilecektir. Türkiye Musul operasyonunda yer bulduğunda 1995 benzeri bir manzarayla karşılaşabilir. 1995'te Irak'a büyük bir harekat başlatan Türkiye, Gazi olayları tertibiyle mesajı almış ve apar topar Irak'tan çekilmek zorunda kalmıştır. 2008 yılında Güneş Harekatıyla Irak'a bir operasyon daha düzenleyen Türkiye yine birtakım zorlamalarla sekizinci günün sonunda operasyonu noktalamıştı. İşte Musul'a müdahalede yer alma benzer tehditleri doğuracaktır. Türkiye içerisinde legal görünümlü illegal örgütlenmelerin geçmişte İrancı, Kck operasyonlarının mahiyetini değiştirmek suretiyle ise birtakım kürtleri hedef aldığı bilinen gerçektir. Bugün ise bu yapı İrancı ve kürtçü gruplar ile ittifak halindedir. Yani terör eylemlerinin şiddet eşiği oldukça farklı ve yüksek olabilir. Bu sebeple güvenlik bürokrasisinde ayıklamalar süratli devam ettirilmeli, komuta kademesi kontrol altında tutulmalı, geçmiş askeri davalarda tasfiye edilmiş kişilere yeni görevler verilmelidir. Unutulmamalıdır ki, Musul meselesiyle gelebilecek siyasi bir başarısızlık ikinci bir askeri kalkışmayıda tetikleyebilir. Türkiye, Rusya ile yakınlaşma sürecini iyi değerlendirmelidir. Yumuşak Güç faaliyetlerine eğilmeli Tika'yı Ortadoğu'da etkin kullanmalı, aşiretler ile ilişkilerini devam ettirmelidir. Musul operasyonuna katılmayacak veya istediği sonucu alamayacak Türkiye'nin hayat alanı oldukça daralacaktır.

SONUÇ

Ortadoğu coğrafyasında imparatorluk geleneğinden gelen iki ülke vardır bunlardan biri Türkiye diğeri ise İran'dır. Coğrafyanın istikbali iki ülkenin tutumlarıyla paraleldir lakin İran anti emperyalist duruş sloganıyla bölgesel hegomonik tavrını arttırmaktadır. Türkiye ülkelerle ilişkilerini devam ettirmek suretiyle, her türlü çıkarınında bizzat takipçisi ve koruyucusu olmalıdır. Silahlı Kuvvetler ve Mit'in Tugay seviyesinde dış operasyon birimi oluşturulmalı, uluslararası yayıncılığa önem vermeli ve nükleer tesislerini oluşturma yoluna gitmelidir. Nükleer caydırıcılığı olacak Türkiye'nin her masada pazarlık kozu yükselir. Öyle ya da böyle Ortadoğu merkezli bir kıyamet savaşı yaşanacak, Kabe'nin kapısına tanklar dayanacaktır. Fakat bunun süreci ve Türkiye'nin bu kaotik olaydan en az kayıpla çıkabilmesi asli olandır. Türkiye için, Bosna İstanbul, Şam Hatay, Musul ise Diyarbakırdır. Fakat bu sloganist bir söylem olmaktan öteye geçemezse vaziyet oldukça olumsuz bir hal alır. Türkiye güvenlik konseptini tam manasıyla güncelleyemedi bu da yetmezmiş gibi 15 Temmuz darbesinin yaşattığı vahşet ortamının acelesiyle birtakım yanlış kararlar verdi. Milli Savunma Üniversitesinin sağlıksız bir yapıyla hayata geçirilmesi gibi. Mgk'nın yeni baştan oluşturulmasından Kırmızı Kitap muhtevasına kadar uzun bir süreç Türkiye'yi beklemektedir. Bir istihbarat uzman memurundan, ordu çavuşuna kadar alt birimlerdeki sınıfların bile en sağlıklı biçimde teşkili güvenlik bel kemiği için zaruridir. Türkiye Musul sebebiyle çıkacak mezhepsel ve etnik çatışmadan da itinayla uzak durmalı ve bu konuları Askeri Stratejik Konseptine dahil etmelidir. İktidar partisinin Ortadoğu'da insiyatif almak isteyen Türkiye stratejisi sivil toplum kanaat önderleri ve ekonomik kuruluşlarcada desteklenmeli topyekün bir birliktelik oluşturulmalıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder